bugün

entry'ler (11)

mutsuzluk

ellerim titriyor. her birinin daha öncekinden daha simetrik olması için uğraş verdiğim sigaralarımı artık elimde saramıyorum. şuan için stres ve kafeinden kaynaklı olduğunu öğrendim, ufak sarsılmaların yerini azer bülbüle bırakmasından korkuyorum.

kafamı dağıtmak için çoğu zaman huzur evine gidiyorum, yaşlılığımı hayal edip buruş buruş ellerimi öpüyorum. birkaç kişi dışında çoğu zaman hatırlamıyorlar beni, genelde omuzlarım düşük gittiğimden olsa gerek.

en son hevesle başladığım beyoğlu'nun en güzel abisi kitabını yarıda bıraktım. mutsuzken kitap okuyamama gibi bir rahatsızlığımı da tespit ettim bu vesileyle. zaten hayal gücünle doğru orantılı olduğunu düşünüyorum kitap okumanın. şuan zihnimde de sadece tabutun, toprağın ve küreğin olduğunu düşününce pek garipsemiyorum kendimi.

günlerdir yüzümü yıkamak haricinde aynaya bakmıyorum. sakallarım uzamış kendimi görmeyeli. bu gün bir değişiklik yapıp berberde traş olacağım. koluma dayasın; belki kavga ederiz, bahane olur birdaha gitmem.

son mesajımdı bu

Yılları, ayları, gunleri saymıyorum. Bilirsin; zaman kavramım pek yoktur. Bilmem kac yıl once bu aralar okula döndüğümde bana ellerinle ordugun atkıyı hediye etmistin, duruyor hâlâ. 'Ne alaka simdi?' Dedigini duyar gibiyim: aramaya kalksam telefonu suratıma kapatma ihtimalini göz önünde bulundurarak gucum yettigi kadar buraya karalayacagım. Aslında artık okuyup okumamanda muhim degil, ben yazmıs olmak istiyorum yalnızca.

Niyetim; icerisinde bulundugum durumu bir parca izah etmek. Cok uzun suredir ruhunun bir kismini teslim etmis, geriye kalaniyla idare ediyor' gibi hissediyorum. Sebebi; basit bir ask yarası veya takılı kalma sendromu degil. Hayatımda tekrarını yasayamayacagım bir mukemmeligi yaşanmamış saymam/n/ız.

itiraf etmeliyim ki: Seninleyken icimi padisah gururu kaplıyordu. Sanırım bu durum hataları peşisıra getirdi yalnız ters olan ben; padisah degildim. Hoş, gururumda bela oldu. Herneyse. Hayatımın galası seninle sonlandığından artık zamana guvenmek zorluyor. Yuksek ihtimalle 'yâr' diyemeyecegim birine 'eş' diyecegim ve bunu dusunmesi bile korkunç.

Uzun uzun basa sarıp aynı seyleri anlatmak, beni anlamanı beklemek istemiyorum. Yalnızca şunu soyluyorum; kaybetmedikce zenginlesemiyor insan. Asmaların basında bekleyerek uzumler olgunlasmıyor. Kaybettim; zenginlestim, gittin; olgunlastım.

insan bilmedigi konularda dogru soruyu soramaz ama ben deneyecegim: Sen de benim aklıma uysan, kalbime uysan olmaz mı? Tekrarını yasayamayacagımız hisleri bosluga bırakmasakta birlikte boslukta takılı kalsak?

*Eger bu mesajı sonuna kadar okuduysan ve hâlâ ben cehenneme gidince, cehennemin daha kötü bir yer olacagını dusunuyorsan; mesajı 'ok' ile cevaplar bir odunda sen atmıs olursun, iyi olur.

pazartesi sendromu

uzun zaman sonra arabasız çıktım bugün. insanların tersine akıp gittim metrobüsün merdivenlerinden, omuz atıp pardon demedim, ters koltuğa oturdum ve kusmadım, trafiği dışarıdan izlemenin keyfine vardım. kulaklığımı takmak istedim bir an, çantamı yokladım; bulamadım. sabahın 7 sinde içimde karşı konulması mumkun olmayan bir müzik dinleme isteği yapıştı yakama. neyseki avrupa yakası zabıtaları iyi çalışmıyor, bindikten bir durak sonra inip; köprü üzerinde bir seyyardan temin ettim boktan kulaklığımı.

ya şimdi? o deli gibi müzik dinlemek isteyen, beni bir durak sonra metrobüsten indiren iç sesim neden dinleyeceğim parça hakkında da fikir vermiyor.en iyisi motivasyonumu yükseltmek için hızlı bir şarkı dinlemekti, zaten hepi topu 3 saatlik uykuyla ayakta durmam sebebiyle ihtiyacım olan enerjiyi elde edebileceğim birkaç parça var, price tag uygundur.

seems like everybody's got a price'' ile başlayan sözler keyfimi arttırırken everybody look to their left ile sola kafamı çevirmeye yeltendim, sanırım başarmıştım. gün güzel başlıyordu işte. turnikeden çıkarken son nakaratı söylüyordu jessie j. kendımce bir totem yapıp yeni bir parça seçmemeye karar verdim, rastgele ikinci çalan parça ''sen ne kadar çırpınırsan çırpın oğlum ben senin motivasyonunun mına koyarım'' minvalinde oldu.

adamlar- utanmazsam unutmam.

utan, utan. utanmayan insan olur mu lan?
altın bir madalyon gibi taşınmalı vicdan..

olacak iş değil, telefonum bile bana karşı. ulan bu kadar acımasız olurmu hayat? teknoloji ne ara hislere yön vericek boyutlara ulaştı da ben yakalayamadım. madem böyle; sonuna kadar dinleyip acıyı hak edeyim..

tek kıvılcımdan nasıl yanarsa koca orman
unutmazlar, unutmayız, unutmam.

düşün ki o bunu görüyor

Seni seviyorum 'ama' diyordun ya; senin ama'na koyayım.

türk kızlarının güzel olduğu gerçeği

21. yüzyılın türkiyesinde 'bakımsız' kızın sokağa çıkmamasından kaynaklı 'göz yanılgısıdır'. bakkala gidecek kızın eyeliner sürmesidir. tıpkı aynı matbaa'dan çıkmış ortalama kalitede seri üretim malları gibi artık kızlarımız, birbirlerinin kopyaları; hem karakter, hem görsel. avrupada düğün kombini ile sokağa çıkan insan sayısının yüzde bir olmasından kaynaklı türk kızlarının 'gerçekten güzel olmaları'

kendi içlerinde bile ayıklayacak olursak tesettürlü kızlar açık olanlara nazaran daha güzel görünmeye, taktıkları rengarenk eşarplar, giydikleri tunikler ile daha çok ilgi çekmeye başladı. artık eşeğe altın semer vurunca altın semerli eşek oluyor.

aniden gelen mutluluk hissi

alarm ile uyanılmayan her gün bürünülebilecek hissiyat.

saçları beyaza boyatmak

neden mınaki? zaten elli yaşına geldiğinde saçlarının ağarma ihtimali yüzde elliden bir tık fazla. halâ kırışmamış yüz hatlarına sahipken sırf farklı olmak adına saçı beyaza boyatmak biraz ilginç, biraz uçuk, biraaaaz... hani mavi olsun, kırmızı olsun, yeşil olsun yalnızca irilti eder, nihayetinde de gençliktir der geçersin ama beyaz nedir ulan?

metrobüs anıları

rotamı belirlemisim, en fazla 20 adım uzaklıkta varmak istedigim turnike. önumde 50 rakip, hepsi birbirinden yırtık, aynı zamanda yorgun gorunuyor. tanıdık geliyor oyle degil mi? hani kafaların basamak olduğu..

elleri cebe sokup dirseklerim ile rakiplerimi safdışı bırakıyorum, galiba oluyor; son 8 adım. 7-6-5-4; bam!. bir dusurme hamlesi, nasıl hazırlıksızım..iyi ki naif kişiliğimi giymişim üzerime- tabii ki dusmedim, dusemedim.

istasyon macerası baslıyor. ya da faciası. bekledigim yer daima hatalı, her metrobus digerinin durdugu yerden bir tık ilerisinde veya gerisinde duruyor. matematikciler hesap makinalarını cıkartıp x'i y'ye vurduruyor; kapıyı denk getiremiyor. neyse ki cok gecmeden birine atıyorum kapağı karanlığa dusen ışık huzmesi gibi.

baskasının aldığı nefesi devirdaim edip tasarruflu kullanmak zor is. o topa girmeyip cıkartıyorum oksijen tüpümü; sonra alıyorlar elimden, cekiyorlar fisini, bir dusurme hamlesi daha; bu sefer dusuyorum dostlar.. gozden degil, gönülden bir acı..

-20'lik disim; artik çeneme gömülü degil.

hissizlik

renkliler ile makineye atılan beyazlar gibi aklım; birbirine karışmış hayallerim. mozaik değil, leke. mazide kalmıs kırgınlıklarım; artık önemsiz, niteliksiz. değistim! dedigime bakma; icimde evcilleştirilemeyen bir hayvan..

olaylar mudahale edemeyecegim hızda seyir ettiginden en arkadan yolcu olarak izliyorum hayat akışımı. rizikosu; dümen artık bende değil. kulağımda tıngırdarken istasyon insanları, diyaliz makinesini elinde tutan teknoloji bağımlılarından en az birinin elinde de sen olma ihtimali geciyor zihnimden; o bile inmiyor yüreğime, titretmiyor içimi.

çorabının eşini bulamayan birinin ruh eşini bulma ümidi fazlasıyla ütopikti zaten.

depresif degil; hissizim.

aniden gelen küfür etme isteği

mesai mailinin tarafıma ulaştığı an itibariyle vuku bulan hadise.

itiraf ediyorum

sahip olduklarının kıymetini kaybetmeden anlayan insanların ellerinden öperim.

on sekiz gün oldu ailemden ayrılalı. aslında üniversiteyi şehir dışında okuyup öğrenci evinde kaldığımdan yıkama, ütüleme değilde yemek ihtiyacımı karşılayabileceğimi düşünüyordum. bizimkilerde öyle düşünüyordu ki beni siktir edip gittiler ancak mümkün değil.

bir kez makineyi çalıştırmayı denedim bu sürede; sonuç?- tabiki hüsran. sabah kahvaltısı için sıcak yatağından kalkıp.. ne sabahı lan; öğlen.? brunch, neyse. big mamma's ta sebzeli omlet yiyen kız ne anlar çamaşırdan, bulaşıktan? neyseki fazla zahiyat vermeden 60 derecede beyazların yıkandığını anladık azizim. olan yine bizim gömleklere oldu. geçen hafta kirli çamaşırlarım için battal boy çöp poşeti aldım; kokmasın diye de balkonda tutuyorum al sana itiraf!.

aslında yemek yapmayı severdim, yani öyle hatırımda kalmış. tüm planım annemin gitmeden önce hazırladıklarıyla en azından bir hafta yaşayabilmek üzerine kuruluydu; olmadı. köfte nedense bozulmuş, annemin erişteyi güzel yapması benimde bu konuda maharetli olabileceğim gibi bir yanılgıya düşmeme sebep oldu. sonuç? kimseye söyleme ama şöyle oldu:



-evet, finalde de iki yumurta yapıp yedim ses etme.

bunlar fiziksel olarak mevcudiyetimi sürdürecek, dışarıdan bariz şekilde farkedilmeyecek baş edemediklerim. birde dışarıdan direk gözüne çarpacak aksi, sinirli ruh halim var? oda kalsın hatıra defterimde:

eve geliyorum, hava aydınlık olduğundan bir kahve alıp kitap okuyayım istiyorum. en sevdiğim sandalyeye geçip açıyorum kitabımı. tıpkı onlar varken yaptığım gibi ancak tek farkla; sessizlik.. öyle huzur vereninden de değil. arıyorum sonra; kahkahalarla açıyorlar telefonu. kürek mahkumu muamelelerine maruz kalınca kapatıyorum, uzanıyorum, uyuyakalıyorum. hiç üzülmüyorlar lan bana.

sabahları da favorim; mecburen..